27 Şubat 2015 Cuma

Umursamaz Bir İnsanoğlundan Ağıtlar

Hoş geldin depresyoon. Bir insan zamanla alıştığı bir durumu nasıl kendi elleriyle bozacak kadar aptal olabilir ki? Nasıl yeniden yolun en başına dönmeyi isteyecek kadar gerizekalı olabilir? Nasıl tüm o inşa ettiği, bunu yaparken birçok şeyi de yakıp yıktığı halde hem de, yerle bir etmeyi göze alabilir ki? Benim gibi bir insan.

Yolun ne tarafında olduğunu göremeyen. Karşısına çıkan sağ ya da sol yol seçeneklerinin hiçbirini seçmeyip ya olduğu yerde bekleyen ya da geriye dönen bir insan. Seçecekse de tamamen duygularıyla hareket eden gerizekalı bir insan. Noldu peki şimdi? Duygularınla hareket ettin ettin de ne kazandın yani ne geçti eline. Mantıklı davranıyorum yea ben şu an? Neden bana kızıyorsunuz ki? Doğru olan bu işte dediğim her anda bile duygularımla hareket ettim ben. Çünkü şu hayatta sahip olup kontrol edebildiğim ya da etmeye çalıştığım bana ait olan tek şey onlar. Duygularım. Birilerini benim için değerli kılan da, silip atmamı sağlayan da onlar. Ben onlardan ibaretim. Nasıl bir robotmuş ya da mutantmış gibi davranabilirim ki? Neden hislerimi saklamayı tercih edeyim ki? Hayatımın her döneminde bunu yaptım. Birine bir şey hissediyorsam gittim söyledim. Ne olduğunun bir önemi yok.  Bunu illa aşk anlamında anlamanıza da gerek yok. Hiçbir zaman strateji insanı olamadım. Planlardan programlardan nefret ettim. Kurallardan tiksindim. Sırf adı karşı gelmek olsun diye bile yüzlerce kural çiğnedim. Amacım beni bu kurallarla zincirleyemezsinizi göstermekti. Birilerinin emirleri ya da boyunduruğu altında yaşayamayacağımı ilk 11 yaşında fark ettim. Ondan sonrası iplik söküğü gibi geldi zaten. Her zaman söylediğim bir cümle vardır: "Hayatta sahip olduğum tek varlığıma bile karşı gelebilirken ben, sen kimsin?" Bunun değişeceğini hiç sanmıyorum. Sadece bir gün o varlığımı kaybedersem: "Hayatta kendimden başka dinlediğim kimse yokken sen kimsin?" olabilir.  Umarım o gün hiç gelmez.

Demem o ki; insanız lan biz. Neyi, niye bu kadar kasıyorsunuz ki? O kadar basit varlıklarız ki. Yok yaratılış olarak mükemmeliz yok en üstün varlıklar biziz, yok bizden zekisi yok, beynimizin tamamını kullansak dünyayı yerinden oynatırız.... BOK. Hiçbir bok yapamazsınız. Yapamayız. Yapamam. İnsansın lan işte. Etten kemikten yaratılmış saçma sapan bir varlıksın. Egolarına ve nefsine yenik düşen, zaaflarına yenilen bomboş bir şey. Bunu bu kadar abartmanın anlamı ne ki? Önceden yani "ergenken", sen bana o lafı söyleyemezsin, sen bana bunu yapamazsın, ben senden bu konuda daha iyiyim, sen kimsin de bana bunu yapabileceksin diye diklenirdim. İsyankar olan cümlelerimi böyle kurardım. Sonra fark ettim ki baya ego yapıyormuşum. Ben kimim lan? Hayır o bana bir şey söyledi ya da yaptı ya da her ne haltsa işte. EEE? YANİ? NOLDU? Mutlu oldun mu deyip geçebilecek kadar boşverdim bazı şeylerden. Tiksiniyorum insanlardan ya. Valla midem bulanıyor. Hele bazıları var ki yüzlerini görmeye tahammül edemiyorum. İşleri güçleri yalan olan, çıkarları uğruna babasını bile tanımayacak kadar ezik varlıklar. Duyguların onlar için hiçbir önemi yok işte. Su içer gibi yalan söyleyen, duygularında bile sahtelik görebileceğiniz insanlar.

Ne gerek var ben bunu anlamıyorum işte. Düz olsanıza ya dümdüz. Ne istiyorsanız söylesenize, neyi istemiyorsanız, neyden hoşlanmıyorsanız, yalansız, kırıcı olmadan, adam gibi söyleyin bitsin. Karşınızdaki insan anlayışsız saçma sapan davranan biriyse zaten siktir edin. Henüz büyümemiştir muhtemelen. Henüz hayata dair bir şeyleri çözememiştir. Bu demek değildir ki ben hayatın tüm anlamını çözdüm nirvanaya ulaştım. Elbette hatalarım, yanlışlarım var. Ve bundan sonra bir hatamı gördüğü zaman insan gibi yanımda olup bunu yapıyorsun ama yanlış diyecek sonrasına karışmayıp bir kenarda duracak kişileri yanımda taşıyacağım. Çünkü ben bunu yaptım, yapıyorum, yapacağım.

Hiçbir insanın hayatına müdahele etmedim bugüne kadar. Kimseyi seçimleri ya da tercihleri ya da hayatı yüzünden yargılamadım. Eğer bana ters geliyorsa ya sessiz sakin bir şekilde hayatından uzaklaştım ya da uzaklaşamayacak kadar çok sevip onu öyle kabullendim. Yakın arkadaşlarımın hepsi bilir; onları hiçbir zaman yargılamadan kızmadan dinleyeceğimi. Her ne olursa olsun arkalarında dimdik durabileceğimi. Ne yaşarlarsa yaşasınlar ne yaparlarsa yapsınlar yanlarında olacağımı. Çünkü olması gereken bu. Çünkü bizim dilimizde olan; arkadaşlık, kardeşlik, can ciğer olmanın tanımı benim lugatımda bu. Kimseden böyle görmedim. Kendi kendime böyle öğrendim. Böyle olmasının doğru olduğuna kendi kendime karar verdim. Ki annem en başta buna karşı gelen insanken ben onun karşısında da dimdik durdum. Birçok arkadaşımla konuşmamın bana zarar vereceğini söylemesine rağmen onları bırakmadım. Sonucunda annem haklı çıktı zarar gördüm ama yine de bu huyumdan vazgeçmedim. Çünkü bana yakışan budur. İnsanları kullanmak, arkalarından iş çevirmek, söylediğim ve verdiğim sözlerin arkasında duramamak bana göre değil. Bunu okuyan ve beni tanıyan bazı insanlar aksini de düşünebilir. Saygı duyarım ve açıkçası umursamam. Çünkü gerçekten hiç kimse zerre umrumda değil. Önceden insanları ya da sevdiklerimi kaybetmekten it gibi korkardım. Şimdi herkesi o kadar gözden çıkardım ki. Gidene yapabileceğim tek şey yolun açık olsun demek olur. Bu beni daha çok mutlu ediyor ve mutluyum. Uzun zamandır olmadığım kadar. Gereken herkes yanımda çünkü.

Tek istediğim hayatımda kendim gibi birkaç insan olması. Gerçekten ihtiyacım olan şey bu. Yorgun olduğumu, kırgın olduğumu ben konuşmadan anlayacak. Benimle susacak insanlara ihtiyacım var. Herkesle konuşabilirsiniz ama herkesle susamazsınız. Ben susmak istiyorum. Konuştuğumda hiçbir şeyin güzel olmadığını gördüğüm için artık susmam gerekiyor. 

Öyle işte dostlar ben ciddiye bağlayınca hiç çekilmiyorum ya. Bu da bu yazının canavarı olsun.


25 Şubat 2015 Çarşamba

Lütfen Bunu Sen Okuma

Şu an bu satırları okuyan sensen eğer lütfen beni affet. Çünkü gerçekten bunu yapmak istememiştim. Okuyunca belki beni anlarsın... Umarım bir gün bir yerlerde karşılaşmayız. Ellerini şimdiden boğazımda hissedebiliyorum.

Geçen dönem yine ders çalışmak için kütüphaneye gittik kankimle. (Burdan ona çok selamlar yolluyorum. Annelere selam canım, öptüm.) Gecenin bir yarısı artık yorulmuşuz, kafalar almamaya, ayaklar uyuşmaya, karınlar acıkmaya başlamış. Kalkıp bir tur atalım kitaplara falan bakalım dedik. Nerden aklıma geldi, nasıl hatırladıysam; bir hocanın istediği kitap vardı. Herkes para vermeden kütüphaneden alıp kullanıyor, bizde enayi gibi kitapları alıyoruz gel bakıp bulalım şunu da vizeye kadar kullanırım sonra geri veririm dedim. Başladık kitabı aramaya... En az bir saatimizi bu arama işlemine verdikten sonra bulduk tabi. E görevli yok, kimse yok nasıl alıcaz biz bu kitabı falan diye düşünürken, oradan iki tane delikanlı ( centilmen olucaz ayağına bize yazılıyorlar bizde salaktık anlamadık :D) yardım için geldiler. Bak şurdaki cihazlardan sisteme kitabı okutup alabilirsin gel ben yardım edeyim falan dedi. Bende takıldım peşine. 

Gittik cihazın başına uğraşa uğraşa bir hal olduk. Öğrenci numaramı yazıyorum kabul etmiyor, TC kimlik numaramı kabul etmiyor. Şifre desen ne şifresi onu bile bilmiyorum saçma sapan şeyler yazıyorum ama yok yine girmiyor. Artık çıldırma noktasındayım napıcaz ne edicez bilemiyoruz. Çocukta anlamıyor hiçbir şey. Kitabı biz cihaza okuttuk. Bir anda böyle kendi kendine fiş kesti. Tamam dedim hallettik herhalde orda saçma sapan şeyler yaparken, oldu bu iş. Fişi elime alır almaz bir de ne göreyim... Başka bir çocuğun üstüne almışız kitabı. Üstelik çocuk yüksek lisans öğrencisi. Ağlasam mı gülsem mi bilemedim.  Neyse dedim sorun olmaz 15 gün sonra gelir bırakırım çocuğun da bir şeyden haberi olmaz. Neticede onu o an geri bırakmak istesem bırakamam da. Görevli yok, çocuğun şifresini bilmiyorum falan. 

Son teslim tarihi 20 gün sonra biten kitap bilin bakalım kaç gün boyunca bendeydi. Tam 120 gün. Bu da demek oluyor ki 4 ay. Bir insan 4 ay boyunca o kitabı hatim eder ben kitabın kapağını toplamda 4 kez açmadım. Yurda getirdim bıraktım. Benden habersiz gelip başka bir arkadaşım almış yokluğunu aylar sonra anca fark ettim. Araya bir aylık sömestr tatili de girince olanlar oldu zaten. Tatilden dönüp o kitabın bende olmadığını fark edip teslim etmem gerektiğini hatırlamam da bir ayımı aldı. Siz hesaplayın işte geri kalanını. Sonuç olarak geri bırakmam gerektiğinin artık farkındayım ama bir yandan da çekiniyorum. Gidip adama olayı nasıl açıklayacağım ki. Bir de para cezası ödemem lazım. Benim hesaplarıma göre bu ceza en az 40-50 lira. O paraya o kitaptan 4 tane alırım diyerek kendime kıza kıza geçiriyorum günlerimi.

En son artık cesaretimi topladım korkunun ecele faydası yok yürü kızım dedim. Aldım kitabı gittim kütüphaneye. Benim yanımda duran bir kız daha vardı, o da geciktirmiş teslim tarihini ancak benim  gibi abartmamış bir hafta kadar gecikmiş. Görevli para cezası 10 liradan fazla olduğu için bankaya yatıracaksın falan diyordu kıza, hemen araya atladım: Hocam siz banka diyorsunuz ama ben en az 50 lira ceza ödeyeceğim herhalde yollamayın bizi oraya da burdan verip halledeyim ben. Adam şaşırdı tabi. Nasıl 50 lira dedi. Başladım olayı anlatmaya böyleyken böyle oldu... Önce bir güzel azarımı işittim, sonra paşa paşa nasihatlarımı dinledim. En son para cezası kısmına geçiş yapabildik. Fişi görevliye verdim, sistemden üzerine kitap aldığım çocuğa baktı. Bu o çocuk mu ya biz bunla baya da bir atıştık. Çocuk o kadar da kitabı ben almadım dedi ama biz nerden bilelim deyince vicdanıma oturan taşı oradan kaldırmam epey bir zamanımı aldı. İşin komik yanına bakın şimdi. Çocuk mühendislikte doktora öğrencisi. Ne işi olsun kamu yönetimi kitabıyla. Ayrıca ben kitabı alırken fişte yüksek lisans yazıyordu çocuk o arada nasıl doktoraya başladı ben orasını da anlayamadım. O kadar zaman geçmiş mi ya aradan falan dedim kendi kendime. Olayı bir türlü açıklayamamış görevlilere tabi birkaç kez tartışma yaşamışlar. Hatlar daha fazla gerilmeden araya girenler olmuş herhalde. Allah'tan sinirlenip parayı ödememiş de beni bir de haram lokma altında ezilmek zorunda bırakmamış. 

Para cezamı ödedim. Tahmin ettiğimin yarısı kadar. Kullanmayı beceremediğim o cihazın nasıl kullanıldığını görevli gözetiminde öğrendim. Nolur bir daha görürseniz siz benim yerime çok özür dilediğimi söyleyin benim karşısına çıkmaya pek cesaretim yok dedim. Oradan sıvıştım. Tabi hata sadece bende değilmiş. Bizim dalgın doktora öğrencisi, işlemi yaptıktan sonra tamamlamamış sistemi öylece bırakmış arkasından giden o şanslı kişi de ben olduğum için kitabı direk onun üzerine almış oldum. Neyse sonuç olarak böyle saçma sapan bir şekilde kütüphane tarihine de adımı yazdırmış oldum. 

Burdan o çocuğa sesleniyorum. Nolur beni bulma. Hayır bulursan falan da çok kızma. Kitabı birlikte aldığımız en yakın arkadaşım en büyük aşkların nefretle başlayacağını söylüyor. Benden epey bir nefret ettiğinin farkındayım. Başın bağlı değilse, ellerini boğazıma dolayıp parmaklarındaki kemikleri boynumda kütürdetmeyeceksen beni bul. Buralarda dolaşıyorum işte. 




Böylece bir aşk daha başlamadan bitti. Hayır ne zaman kitaplarım yere düşecek yağuşuklu bir oğlan onları toplamaya başlayacak merak ediyorum. Yere düşürecek kadar bile olmayan kitapları kütüphaneden tedarik edeyim diyorum onda bile başıma bela açıyorum. Gidip çay koyayım bari. 


24 Şubat 2015 Salı

Platonik Aşkım Vol2

Ahh ahh ne günlerdi dostlar. O kadar mutlu olduk ki biz bu hikayenin sonunda. Hatta şu an hala dizlerimin dibinde, bana aşkla bakarak bekliyor yollarımı. İyi ki o gün o hamleyi yapmışım, iyi ki onunla yollarımız kesişmiş. Hayatımın aşkını bulmuşum da haberim yok..... DEMEYİ İNANIN BEN DE ÇOK İSTERDİM. GERÇEKTEN. SİZDEN ÇOK BEN İSTERDİM. ANCAK OLAYLAR HİÇ DE BÖYLE OLMADI.

Lise 1'e gidiyoruz o zamanlar. Benden daha deli, daha çatlak bir de arkadaş bulmuşum kendime. Kovalamadığımız macera kalmıyor. Onları da başka bir zaman anlatacağım inşallah. Velhasıl kelam, bu arkadaşımın belalı bir sevdası var. Ortaokuldan bu yana gelen, uzun yıllarca peşini bırakmayacağını henüz bilmediğimiz ama sonradan öğreneceğimiz bir sevda. Ama aynı zamanda okulda bu arkadaşım dışında iki yakın arkadaşım daha var. Şimdi size olayı daha anlaşılır kılacağım: Ben, A ve B çok yakın üç arkadaşız. Ama bu ikisinden önce tanıştığım bir de C var. Okulda da üçlü bir şekilde takılan selvi boylularımız al yazmalılarımız var. Üçü de birbirinden tatlı, aralarındaki arkadaşlık ve dostluk kıskanılacak türden olan harbi delikanlı çocuklar bunlar. Biz (yani ben, A ve B) bu üçüne hastayız. Kızlar olarak aramızda bölüşmüşüz. Kim kimi kesecek her şey belli. Kimse kimsenin yavuklusuna musallat olmuyor. 

Bunlar bizim yağuşuklu oğlanlar (tabiki temsili)


Bu da biz (temsili değil ^^)


Gel zaman git zaman kese kese bir hal olduk artık ama hiçbirimizde tık yok. İşin kötüsü onlar da bizi kesiyor ya da biz öyle sanıyoruz. Kötü şans bu ya, kimseye olmaz yine olan bana olur. Kötülük mıknatısı gibiyim çünkü ben. Benim aşık olduğum zat-ı şahane, sen gel; en yakın arkadaşım C'ye aşık ol. Ama o çocuk ne sevdi be. O zamanlarda ben de arkadaşlık nasıl önemli. Biliyorum kız onu sevmiyor ama kabul etmekle etmemek arasında kalıyor. Bana anlattığı zaman sırf o çocuk üzülmesin, aman benim çektiğim gibi aşk acısı çekmesin, nasılsa benimle olmaz, bu çocuk bana bakmaz diyerek; kabul et kanka dedim. Benim için bir sorun yok. Şimdi ki aklım olsa parçalarım parçalar. 

Neyse bunlar çıkmaya başladı tabi, 10 bilemedin 15 gün oldu. Bizim C sıkıldı. Yapamıyorum, sevemiyorum, eskisini unutamıyorum, beni çok sıkıyor, bunaldım bla bla bla... O anda nasıl aklıma geldiyse dedim ki has kardeşim, güzel kardeşim, bana sevmek nasip olmadı ver de bari ben ayrılayım. Hiçbir ciddiyetim olmadan tamamen dalga geçmek için söylediğim bir cümleydi. Her zaman olduğu gibi insanlar beni yine ciddiye aldılar. Tamam sen yap ben zaten yapamam dedi. Yine yeni yeniden düşünmeden hareket ettim. Olur ya yaparız dedim. Allah aşkına böyle bir saçmalık ömrünüz de duydunuz mu? Ben duymadığınız o durumu yaşadım. En yakın arkadaşım benim sevdiğim çocukla çıkmaya başladı sonra ben onların birlikte olmalarını izledim izledim, arkadaşım ayrılmaya karar verince de dur dur sen yapma en iyisi bu işi ben yapayım bari ayrılma kısmı bana kalsın, onun tadına da ben bakayım dedim. Hayır hadi ben salağım, ben akılsızım, düşünmeden hareket ediyorum. Ya sen neden kabul ediyorsun? Sen neden beni durdurmuyorsun, bana uyuyorsun. 

O korktuğum an geldi çattı. Ne diyeceğimi düşünmeden aldım kızı yanıma, çocuğu da karşıma. Bak dedim yağuşuklu oğlan, biz C ile çok konuştuk o yapamıyormuş. Sanırım bir şeyler ters gidiyormuş. Birbirinizi daha fazla yıpratmanın anlamı yok. Bu iş yol yakınken burda bitsin. C de bunu istiyor zaten. Dimi C??? Evet evet diyerek beni onaylamasıyla çocuğun afallaması bir oluyor. Siz sanıyorsunuz ki şimdi bu ilişkiyi C'nin değil de benim bitirmeme şaşırıyor. Çocuk tam olarak kızın onu terk etmesini kaldıramadı. Tüm bu saçmalık furyası içinde çocuğun şaşırdığı tek şey bu oldu. Olaya son noktayı koymak için; hadi C sınıfa gidelim, ders de birazdan başlar zaten diyerek masadan kalktık. Çocuk öylece kaldı arkamızda. Kıyamam ya. Sonradan konuşmaya çalıştı, sanırım konuştular da ama yeniden başlamadılar. Çocuk aşk acısından dertli dertli şarkılar söylemeye başladı. Güzel de gitar çalardı he. Zamanla ne hallere geldi hiç haberim yok.

Bana sevmesi nasip olmayan platonik aşkımdan ayrılmak nasip oldu.

B kesiştiği çocukla bir kez buluşma ve birkaç hafta mesajlaşma fırsatı yakaladı ama tırt. Bir sonuca varılamadı. 

A'ya gelirsek... O içimizde en bahtsız olanıydı. 4 sene boyunca hiç usanmadan onu platonik olarak sevmeye devam etti. Ne içindekileri anlatabildi, ne çocuktan bir karşılık görebildi. Öylece kapandı gitti konu. Şimdi başka bir platoniği var. 

C'ye mi ne oldu? Birkaç sene daha eski sevdalısıyla uğraştı, ağladı, zırladı. Yeniden başladı yeniden ayrıldı. En son okul değiştirmeye karar verdi. Kurtulurum sandı. Lise son sınıfa geldiğimiz sıralarda sanırım yeni bir sevgili buldu da ancak öyle unuttu. Şimdi ne alemde inanın ben de bilmiyorum. 

Ne çok platonik aşk varmış etrafımda ya şimdi bir kez daha farkına vardım. 

Bu da buradan tüm sevip de kavuşamayanlara gelsin. Bir sonraki platonik aşkımda görüşmek üzere...




23 Şubat 2015 Pazartesi

Elimi Attığım Her Şeyi Kuruttum

Allah kem gözden, kenafirlerden, kötü sözlülerden, nazar değdirenlerden korusun inşallah...

Birazdan anlatacaklarımdan sonra etrafımda insan kalacak mı ondan bile şüpheliyim. Bazen kendi kendime bile zarar veren bir insanken ben etrafımdakilere neler yaptım neler siz düşünün. 

Bunu ilk ne zaman fark ettim bilmiyorum ama fark ettikten sonra çok kötü hissettiğimi söyleyebilirim. Annem hep renkli gözlülerin nazarı değer derdi. Benim gözlerim ela ama bilemedim ki şimdi. 


Neyse. Ben daha fazla uzatmadan anlatayım artık. Çocukken arkadaşlarımın oyuncaklarını beğenirdim mesela, onlarda bana vermezlerdi oynatmazlardı. Birkaç gün içerisinde o oyuncağa mutlaka bir şey olurdu. O zamanlar hoşuma gider yüce Rabbim'in bir takdir-i ilahisi diye düşünürdüm. Şimdilerde böyle düşünmediğimi itiraf etmeliyim. 


Aradan onca geçen zamandan sonra 7. sınıfa gittiğim sıralar, Pislick diye bir mağaza vardı. Böyle bol bol polarların satıldığı, rapçilerin giyindiği bir mağazaydı. Ben de tabi fena rap dinliyorum o zamanlar, fena özeniyorum böyle bol kıyafetlere. Ordan bir polar beğendim. Bütçeme (olmayan bütçeme) biraz fazla geldi. Anneme yalvardım yakardım bana mısın demedi almadı. Aynı poları bir arkadaşıma daha gösterdim sanırım o da abisine göstermiş. Birkaç gün sonra bir baktım abisinin üstünde o polar var. Noluyoruz lan dedim. Benim istediğimi benden önce bir başkası almış. O kadar çok üzüldüm ki artık nasıl gözüm kaldıysa bir hafta sonra yırtıldı o polar. Nasip olmadı giymek.



Lise zamanlarım, dershanedeyiz. Yanılmıyorsam 11. sınıftayım o zamanlarda. Rotring kalemlere de zaafım var benim ama daha çok beyaz olanlarına. Niyeyse beyaz rotring benim için daha özel sanki daha farklı gibi, neyse. Benim elimde siyahı var arkadaşımda beyazı. Dedim gel bunları değiştirelim, sonuçta aynı kalemler benim renk takıntım var onda çok gözüm kaldı bak falan. Yok ikna edemedim. O benim uğurlu kalemim dedi, senelerdir onu kullanırım, her sınava onunla girerim dedi. Vermedi. Birkaç gün sonra bilin bakalım ne öğrendim. O kalem kayboldu. Allah'tan kaybolan kalemiyle birlikte şansı, uğuru gitmedi de çocuk sınavda Türkiye derecelerine girecek kadar iyi bir şeyler yaptı. Hiç de fesatça düşünmemiş bakmamıştım yemin ederim ama işte neden böyle olduğunu anlayabilmiş değilim. Bu andan sonra cidden inanmaya başladım ama nazarımın değdiğine. 



Hep başkalarından örnek verince şimdi diyeceksiniz ki kıskanç, fesat, kem gözlü falan yok öyle bir dava kendi kendime ettiklerim bunları ikiye katlar. Diş ağrısı çekiyorum sonra geçiyor. Bayadır da dişim ağrımıyor ya diyorum ertesi gün hastaneliğim... Telefon alıyorum yeni, ay bu da çok dayanıklı çıktı bak kaç aydır bir şey olmadı diyorum, ertesi gün telefon suya düşüp pert oluyor. Ders notlarım çok iyi gidiyor sınav notlarım falan tamam diyorum bu dönem iyiyiz baya ondan sonraki tüm sınavlarım yerlerde.



Bir arkadaş vardı. Bir gün buluşup görüştüğümüz bir ortamda babasının arabasından bahsetti. Modeli de iyi bir arabaydı. Ay çok güzelmiş bize niye göstermedin, bizi niye gezdirmedin lan bununla çok gözüm kaldı bak dedim. Güldük geçtik. Tabi aynı cümlelerin arkasına Allah kazasız belasız güle güle kullanmayı nasip etsin kardeşim de dedim. Sonra ne duyayım... Ertesi gün ikimizin ortak arkadaşı olan biri vardı o aradı, babası o arabayla takla atmış. Tabi kimsenin canına hiçbir şey olmadan, burunları bile kanamadan çıkmışlar o arabadan ama araba iptal, araba şok, araba vefat.



Yakın zamanda olanlardan bahsedeyim biraz da. Bir arkadaşım daha vardı eskilerden. Benim eski sevgilimle süren ilişkimden daha uzundu bunların ilişkisi yani şöyle anlatayım. Onlar çıkmaya başladıktan 10 ay sonra falan biz başlamıştık. 3. senemizde biz ayrıldık tabi bunlar hala devam ediyor. Ben böyle depresyonda olduğum tüm o dönemler boyunca bunların boy boy fotoğraflarını orda burda görüyorum. Nasıl mutlular, nasıl aşıklar aman Allah'ım hayallerdeki çift resmen. İçimden maşallah demeyi eksik etmesem de bir gün artık canıma tak demiş olacak ki, ulan bunlar da bayadır birlikte hala ayrılmadılar helal olsun dedim. Arkadaşlarıma anlattım böyle de uzun süre bir ilişki falan diye. Aradan 15 gün geçti bunlar ayrıldı. Hani böyle ufak bir anlaşamazlık tartışma falan değil baya bildiğiniz ayrıldılar. Bir daha birbirlerine dönmemek üzere. İçim acıdı, üzüldüm, suçlu hissettim. Sonra dedim ki amaan sanki sen mi yaptın, nasip değilmiş nasip.

yazık oldu caaanım çifte


Geçenlerde de yeni bir kuaför buldum kendime, tamam dedim iyiymiş burası devamlı buraya gelirim ben. Sahibiyle de hatta konuştuk. Sevinirim gel tabi dedi. Ne de olsa müşteriyim. Ulan önümüzdeki ay orası bayan kuaföründen erkek kuaförüne döndü. Bu ne demek şimdi? Ne anlamam gerekiyor benim burdan. Ne demek istiyorsunuz...
Sonra gittim başka bir kuaför daha buldum orayı da beğendim. Aynı süreçler onunla da işledi. Tekrar gitmeye karar verdiğimde bulamadım. Önce ben yerini karıştırdım sandım, bulamıyorum dedim. Tabelasına bakınmaya başladım. Tabela falan hiçbir şey yok ortada. Arkalarında hiçbir iz bırakmadan kaçıp gitmişler. Çok kırılıyorum ama artık gerçekten. Buradan kuaförlerime sesleniyorum ne olur geri dönüüüüün.



En son iki akşam önce gittiğimiz kafede, arkadaşım nasıl da yakışıklı çocuklar var oturun az bakalım şunlara dedi. Oturduk hani nerdeymiş falan dedim. Baktım çocuklar cidden yakışıklı. Allah sahibine bağışlasın artık napalım dedim. 5 dakika sonra kafe bomboş. Bir biz kaldık bir de üç masa daha doluydu. Düşünüyorum düşünüyorum neden böyle olduğunu gerçekten anlayamıyorum. 

Sonuç olarak arkadaşlar, bunu nasıl yaptığımı bilmesem de varsa eski sevgiliniz, hasmınız, düşmanınız beklerim. İki bakışa bu iş tamam... Çok şeyapmayın yani hallederiz. Hadi öptüm hepinizi. :*



5 Şubat 2015 Perşembe

Beni Kaçırmaya Çalışmasa İyi Adamdı Belki De

O zamanlar ben 6 yaşında küçücük bir çocuğum. Annesinin dizinin dibinden ayrılmayan, bir denileni iki etmeyen, uslu mu uslu, hanım hanımcık bir şeyim DEMEYİ BEN DE ÇOK İSTERDİM LAKİN; dünyaya gelmiş en yaramaz çocuklardan birisi olma sıfatını kendime daha uygun gördüm. Annem hep, sen 10 çocuğa bedelsin derdi bana. Sanırım haklı da. Yerinde durmayan, her şeyi kurcalayan, fazla konuşan, hiperaktif bir küçük kız çocuğuydum. 

Bir gün yine evde çok fazla sıkılıp kendimi sokaklara atmıştım. Kartal'da oturuyorduk o zamanlar; sakin, herkesin birbirini tanıdığı bir mahalleydi. O gün ne hikmetse sokakta benim yaşıtım bir çocuk bile yoktu, hatta hiç kimse yoktu. Mahalle terk edilmiş gibiydi. Sıkıntıdan ne yapacağımı bilemeden dolaşıyordum ortalarda. Bizim evin hemen yanındaki duvarın üzerinde oturan iki kız gördüm. Benden oldukça büyüklerdi ve doğal olarak beni yanlarında istemiyorlardı. Ben de onlarla oturup konuşmak, dedikodu yapmak, annelerinden gizli anlattıkları sevgili hikayelerini dinlemek istiyordum halbuki. Baktılar ki benden rahat yok, gitmiyorum yanlarından onlar kalkıp gitmeyi tercih ettiler. Onlar önde ben arkada ilerliyorduk. Ben nereye gittiğimi bilmeden ve bunu hiç önemsemeden peşlerinden gitmenin keyfini sürüyordum. Sonra bir baktım evden baya da bir uzaklaşmış, aşağı mahalleye gelmişim bile. 

Kızlar bir eve girdiler, evin önünde de halı yıkanıyordu hatta hiç unutamıyorum. Ben de nasıl meraklıyım, nasıl hoşuma gidiyor suyla ilgili olan her şey. Girmek istedim onlar gibi içeriye. Çekindim de tabi biraz, sonuçta kimseyi tanımıyorum hatta kızları bile tanımıyorum. Salak gibi ne işim varsa takılmışım peşlerine. Aksiyon ruhlu olduğum o zamanlardan baş gösterdiyse demek. 

En sonunda cesaretimi toplayıp içeri girmek için yeltendiğimde önümde uzun boylu yüzünü hala unutamadığım bir adam dikildi. Ne olduğunu bile anlayamadım. Yanıma yanaşıp elini kafamın üzerine koydu, ne yapıyorsun bakalım burada dedi. Kendi içimde bir muhasebe yaptım önce. Bu adama cevap vermeli miydim? Benden ne isteyebilirdi? Acaba eve gireceğim için mi kızacaktı? "Hiçbir şey" diyebildim sadece. Muhasebelerim sonuç vermedi yani. Zaten ders olarak da bir halt anlamamıştım bu muhasebeden bana göre değildi. Adam bu kez bana doğru eğilip gülümsedi ve aynen şu cümleyi kurdu: "Ben senin babanı tanıyorum biliyor musun? İstersen seni onun yanına götüreyim." Ulan şerefsiz, ulan sübyancı, ulan hayvan... Sen benim babamı nerden tanıyorsun? Hadi diyelim tanıyorsun, kendi ayağım yok mu lan benim. Ben gidemez miyim? DİYE ATAR YAPMAK İSTERDİM ANCAK OLDUKÇA KÜÇÜKTÜM. 

Beynimin içinde Sezercik'in tüm filmlerindeki kaçırılma sahneleri bir bir canlandı gözümün önünde. Hepsini o an adeta yeniden izledim. Tek bir ortak noktamız vardı o an Sezercikle, karşımda duran tanımadığım bu adam bana "Ben senin babanı tanıyorum hadi gel seni ona götüreyim." demişti. Tabi ben bu numaraları yer miyim? Yemem. Yemedim de. ANNEEEEE! diye çığlık atarak arkama bakmadan koşmaya başladım. 

                                                             Nasıl da benziyoruz

Öyle hızlı koşuyordum ki, etrafımda olan bitenleri bile göremiyordum. Evimize daha kestirme giden bir yol vardı, bir duvardan tırmanır tırmanmaz hemen bizim bahçenin önüne çıkabiliyordum. Oraya doğru koşmaya başladım. Tam tırmanacaktım ki, o da ne... Yerde küçük bir oyuncak gördüm. Neden bana o kadar cazip geldiğini ve neden böyle bir anda o oyuncağa dikkat ettiğimi anlayamadan onu da yerden kaptığım gibi tırmanmaya başladım. 

Sonrası mutluluk... Evime varmıştım. Yumruk yumruğa kapıyı çalmaya başladım. Annem kapıyı açar açmaz içeri girip hemen kapattım. Nefes nefese kalmış, kıpkırmızı olmuştum. Annem noldu diye soramadan ben her şeyi anlatmaya başladım bile. "Annee beni kaçırmaya çalıştılar, çok korktum. Bir tane adam bana böyle böyle dedi ben de hemen kaçmaya başladım. Bak kaçarken de bu oyuncağı buldum." Annem bana inanmadı tabi. Klasik bir anne olduğundan önce pis şeyleri eve soktuğum için, sonra nefes nefese kalacak kadar çok koştuğum için, sonra da evden bu kadar uzaklaştığım için bir güzel azarımı yemiş totomun üstüne oturmuştum. Evden uzaklaşırsan böyle olur işte kamu spotunu yaymaya devam eden annem bana inanmamaya da devam ediyordu. 

Ya hiçbir şey değil de filmlerde olan şey benim başıma gelince annemin inanmaması bana çok koydu. Ya beni kaçırsalardı? Ya gerizekalı bir çocuk olup o adama inansaydım? Ya bu kadar çok Sezercik izlememiş olsaydım? Annem bunları niye hiç düşünmemişti... 

Bu da böyle bir anıydı işte. Sıkılan, of saçmalamış yine diyen, ne yani bu muydu ben de bir şey sandım diye içten içe söven herkese de teşekkür ederim. Bilmukabele sevgili dostlar.


4 Şubat 2015 Çarşamba

Çocukluk Anılarından Bir Demet

 Bu akşam annem gelip: "Hatırlıyor musun bizim köyde bir kız vardı, bir keresinde seni dövecekti de anneannen kurtarmıştı, heh evleniyormuş işte o, davetiye yollamış" diyene kadar her şey çok güzeldi. Sağolsun annem yine ulu orta laf sokma özelliğinden hiçbir şey kaybetmedi. Nasıl hırslandıysam artık geleyim burada size anlatayım da, onu size rezil edeyim istedim. 

                                                               (temsili) çirkef kızımız


 Seneler önce bir yaz yine köydeyiz. O zamanlar ben oldukça küçüğüm. Hiç olmadığı kadar da kalabalık köy. Her yaş grubundan insan var ancak yine en küçükleri bendim herhalde içlerinde. Köyünde küçücük bir parkı vardı. Park dediğim sadece 4 salıncaktan ibaret.. Zengin amcalardan biri hayrına yaptırıp bırakmış ama bir şeyi unutmuş; caminin hemen yanında olan bu parkın içinde kocaman da bir musalla taşı var. Kimse de dememiş ki "ulan küçücük çocukların oyun oynadığı yerde musalla taşının işi ne?". Biz de korkusuz serserileriz ya yapmadığımız kalmadı o musalla taşına:

-Hepimiz sırayla üstüne yatıp "ooh rahatmış da he nasılsa hepimiz bir gün yatmayacak mıyız? eheheh" mi demedik
- Maç yaparken kale olarak mı kullanmadık
-Oğlanlar o taşın arkasında sigara mı içmedi
-Üzerinde bağdaş kurup çekirdek yiyerek dedikodu mu yapmadık... Daha neler neler.

 Velhasılkelam bir gün yine o parkta sallanıyorum. Kimse de yok yanımda, mal gibi takılıyorum böyle. Çirkef kız geldi sonra yanında iki tane daha kız arkadaşıyla. O kızları da tanıyorum tabi. Benim sallandığım salıncakta sanki böyle özelmiş gibi hepimizin binmek istediği, vazgeçilmez olan bir salıncak. Sanki onun malzemesi altın, sanki ona oturunca götünün yanları acımıyor, efenime söyleyeyim seni böyle farklı deryalarda sallandırıyor sanki; bütün köy çocukları olarak hepimiz onu kapmanın peşindeyiz. Park boş olunca tabi onda sallanıyordum bende. Geldi yanıma "in ordan ben binicem" dedi. Ne münasebet edasını üzerime takınmış salıncağı durdurmadan sallanmaya devam ettim. Tekrarladı bu kez salıncağımı durdurarak sert bir nidayla. Noluyor ya gidip diğer salıncaklarda sallansana ilk ben bindim buna diye çemkirmeye çalışıyordum ki kolumdan tuttuğu gibi indirdi beni. Yaş olarak benden 2 yaş büyük olduğu ayrıntısını burada hatırlatmakta fayda görüyorum. Tam birbirimizi ite kaka kavgaya tutuşuyorduk ki yanımızdaki kızlar olsun oradan geçen anneannem olsun kurtarıcım gibi yetişmişlerdi. Yoksa dayak yemek benim için kaçınılmaz bir son olabilirdi. Oldukça iri bir kızdı çünkü benden. 


                                             Bana saldırmadan birkaç dakika öncesi...


 Birkaç gün sonra yine parkta sallanma ritüelimizi gerçekleştiriyorduk. Bu kez barış ilan etmiş gibiydik ama ortam bildiğiniz monarşinin başına geçmiş çirkef kızın krallığından ibaretti. O ne isterse o yapılıyor, ne dese anında gerçekleşiyordu.Günümüzün 3/4'ü onun babasını anlatmasıyla geçiyordu. "Siz benim babamın kim olduğunu biliyor musun? Benim babam hepinizi mahveder. Benim babamı bu köyde bile çok severler. Benim babam bir gelsin biz neler yapıcaz. Benim babam, benim babam, babababa..... Bu durum çok fazla sinirimi bozmaya başlamıştı. İntikam çanları artık onun için çalıyordu.... 

 Biraz dolaşalım mı diye kızları ikna etmiş, parktan çıkmıştık. Köyün hemen çıkışında olan mezarlığa doğru gidiyorduk. O yaşlarda gerçekten yaşımdan beklenmeyecek derecede korkusuzdum. Tek başına mezarlığa girip dolaşıp, boş mezarların kıyısında köşesinde oturup, yerlerde bulduğum kemikleri inceleyip ellemek falan hobim gibiydi. Köyün muhtarı da seneler öncesinde mezarlığın oralara yol yapıcaz diye dozerle girmiş, farkında olmadan bir sürü mezarı dağıtmıştı. Bu sebepten dışarıda insan kemikleri görebiliyorduk. Bu da bana oldukça ilginç geliyordu. Kızlara da bunları anlatıp isterlerse görmeye gidebileceğimizi söyledim. O yaşlardaki çocuklara sadece merak edecekleri bir düşünceyi aşılayarak istediğinizi yaptırabileceğiniz fikrini işte ilk böyle öğrenmiştim. 


                                                       Olmazsa olmaz mezarlığımız


 Sonuç olarak mezarlığa gittik. Onları kemiklerin olduğu o yola götürdüm. Son dakikaya kadar herhangi bir intikam planı tasarlamamıştım kafamda aslında. Gördükleri zaman çok şaşırdılar ve dokunmaya korktular. Ben cengaver gibi ortaya atılıp "Korkmayın kızım ya baksanıza kemik sadece." diyerek bir kafatasını elime alıp gösteriyordum ki, kafatasını daha yerden birkaç santim yukarı kaldıramadan paramparça olup yere dağılmıştı. Bunu görünce kızlar korkup bir adım geri çekilirken ben inceleyemediğim kafatasının bozulmasına üzülüyordum. Daha sonra ilgimi çekecek başka kemikler aramaya başladım. 


                                                                         Ah canııım :/


 Toprakta asılı kalan diğer kemiklere bakmaya başlamıştık. Benim çirkef en sonunda bana harika bir malzeme vermişti. O büyülü cümle döküldü dudaklarından... "Yaa ben de mi dokunsam acabaa?" Bundan daha iyi bir fırsat olamazdı. O anda kafamda çakan şimşekler, aklımda uçuşan o fikirler artık intikam zamanının tam olarak geldiğini söylemişti.  Dokun canım ya nolucak ben elledim bak hiçbir şey olmadı diye gaz vermeye başlamıştım. Neyse ki beni çok uğraştırmamış, zaten kaygan bir zeminde duran kemiğe dokunmuştu. Kemik de sanki onun dokunmasını bekliyormuş gibi elini çeker çekmez, yavaş yavaş, aşağıya onun üzerine doğru kaymaya başladı. Kız bir anda çığlık atmaya başladı. O an kemiğin sahibine ne dualar ettim bir bilse... Artık sahne benimdi, şimdi sıra bendeydi:

- Kızım naptın sen?
+Ya ben hiçbir şey yapmadım kendi kaydı gördünüz
-Bak kızım çirkef, bu kimin kemiğiyse artık rahatsız ettin onu belli, al şimdi tekrar yerine koy yoksa seni rahat bırakmaz
+Saçmalamayın ben ona bir daha dokunmam
-Valla sen bilirsin, artık köye kadar yürüyeceğimiz bu uzun yolda peşinden gelirse ben hiç karışmam. Kadın mıydı erkek miydi kim bilir... Kol kemiği mi bacak kemiği mi ne rahatsızlık verdiysen artık. Geçmiş olsun...Hadi kızlar biz gidelim, çirkef kemiği düzeltmeyecekmiş.
+Ya tamam durun! Bana yardım edin ama... :( Lütfen.

 Onu öyle yalvarırken görmüştüm ya dünyalar benimdi. Oh olsun sana diyordum içimden. Kemiği yeniden sabitlemeye çalışırken yanında durup bekledim sadece. Baktım bu gerizekalı beceremeyecek, altına biraz kum yerleştirerek kaymamasını sağlayacak şekilde eski yerine bırakıp mezarlıktan çıktık. Yolda yürürken bu acımasız oyunuma tabiki de devam ediyordum. Dua falan oku sen bence, istersen babaannene anlat bu olayı, ay şimdi gece senin rüyana falan da gelebilirler yalnız uyuma istersen, köy de mezarlığa çok yakın canım korkutucu gerçekten... Gibi aklını kurcalayacak tüm fikirlerimi salıvermiştim ulu orta. Ya sen gerizekalı mısın? Senden 2 yaş küçük, bir yumruğunla belki de yere serebileceğin bir kızı niye dinliyorsun? Hadi dinledin ulan niye inanıyorsun. Ben zaten hayal dünyasında yaşıyorum. Onun bunu düşünemeyecek kadar aptal olması benim işime geliyordu işte. 

 Köye yaklaştığımız sıralarda artık işi iyice abartmıştım; kollarında ya da bacaklarında bir ağrı hissediyor musun dedim. Neden diye sordu, "E şimdi dokunduğumuz kemik neresine aitse, rahatsız olurlarsa, seninde oralarını ağrıtırlarmış o yüzden sordum. Neyse ki senin bir yerin ağrımıyor ama değil mi?" Yaa sanki sağ bacağım ağrıyor ama bilmiyorum diye bana koz olacak diğer cümleyi de vermesi altın vuruşu yapmama sebep olmuştu. Ay ciddi misin, kesin peşimizden geliyor bunlar diye bir anda koşmaya başladım. Yanımızdaki kızlarda korkuyla peşimden gelmeye başladılar. Bir tanesi zaten yaşça benden de küçüktü, ağladı ağlayacak bir durumda sadece izliyordu garibim. Bu salak arkada kaldı. Koşamadı. Belki de ağrımayan bacağı sadece psikolojik olarak kendi kendini etkiledi diye koşamadığına inandırmıştı onu. Sanki çok tehlikeli bir şeymiş gibi geriye dönüp koluna girdim, onu taşımaya başladım bu kez. Neyse ki herkes sağ salim köye girmiş, evlere yaklaşmıştık. Bunun kapısına kadar kolumda götürdüm. Korkudan bir an olsun bırakmamıştı zaten beni. En son o evden içeri girerken; Çirkeef, iki rekat da namaz kıl bak çok önemli dedim eve döndüm. 

Öğlene doğru babaannesi bize gelmişti. Annemle konuşurken, bizim o zıpır kız yok mu dün geldiği gibi oturdu namaz kılmaya, dualar okumaya başladı biz de anlamadık vallahi diyordu. Sayemde kız iki dakika dine imana gelmişti. Çok sürmemişti tabi... 

Parkta karşılaştığımız zaman artık bana diklenmiyordu. Aksine yanıma gelip sessiz sessiz, "Ben bu duaları okudum olmuştur dimi? Gelmezler artık arkamdan değil mi?" diye kendini benimle teyit etmeye çalışıyordu. Saltanatta kalmak hoşuma gitmiş olacak ki, sen yine de tedbirli ol deyip tam olarak içini rahatlatmamayı tercih ediyorum. Artık salıncağa istediğim gibi binebiliyordum, hatta ben olmadığımda dolan o salıncak ben geldiğimde boşaltılmaya bile başlanmıştı. 

Yaaa çirkef hatun, büyüdün de evleniyormuşsun... O zamanlar hayatını ben kurtarmışım gibi peşimden ayrılmıyordun heyhaat... Neyse yeniden aynı intikamı almış gibi rahatladım bak şimdi oh.

Bu da benden yeni gelin adayımıza gelsin. Mutluluklar efeniiim


1 Şubat 2015 Pazar

Platonik Aşkım Vol1

Bundan öncesinde yüzlerce kez platonik aşık olsam da en net hatırladığım en eski platonik aşkım şimdi anlatacağım arkadaş. Otobüse bindiği anda bile birine platonik aşık olmadan inmeyen biri olan ben, normal hayatta tanıdığım insanlara aşık olmasam ayıp olurdu. 

Bizim mahallemizin abilerinden, bana asla bakmayacağını bildiğim ama bile bile aşık olmaktan kaçınmadığım bu şahısı ilk 23 Nisan Kutlamalarında gördüm. Buradan anlıyoruz ki o sıralar ortaokuldayım. Çocuk beni fark etsin diye o kutlamalarda okumadığım şiir, yapmadığım gerizekalılık kalmamıştı. Şimdi o hallerimi düşündüğüm zaman bana bakmaması konusunda ona hak vermiyor da değilim. 

Biz okulun bahçesindeyiz, o da okul duvarının önünde dışarıdan izliyor. Artık kardeşi mi akrabası mı kim var bilemiyorum. Benden öyle çok da büyük değildi 3 yaş falan vardı sanırım aramızda. Ama o zamanlar için o rakam öyle büyük geliyor ki gözüme. O benim baya imkansız aşkım. Beni şimdi istemeye falan gelse mesela vermezler, çok büyük çünkü. Kafamda bunları kurguluyorum ben. O kadar psikopatlaşmışım. Kesiyorum bunu böyle uzaktan uzaktan. Bir yandan da şiir okuma sırasının bana gelmesini bekliyorum. En sonunda çıktım sahneye, bacaklarım titriyor ama ben hiç çaktırmıyorum. Özgüvenim tam bir şekilde çıkıp okumam lazım ki yaşımdan daha olgun biri olduğumu anlaması lazım. Artık şiir okumamdan bunu nasıl anlayacaksa, o zamanlar kafam ne türlü çalışıyorsa. En son başladım şiiri okumaya, kağıttan kafamı kaldırdıkça da buna bakıyorum. Sahnede sadece ben olduğumdan ve o da bizi izlediğinden göz göze geliyoruz birkaç kez. Nasıl heyecanlıyım ama ben. Sonra indim sahneden tören bitti birkaç kez daha bakıştık ve benim platonik aşkım böylece başlamış oldu. 

Aynı mahallede oturduğumuz için onu çok sık görme fırsatım oluyor. Kim olduğumu ve kimin yiğeni olduğumu da biliyor. Bende de bir kızın başına gelebilecek en berbat şey var. Tamı tamına 4 erkek kuzen. Hayır insan yaklaşmaya korkuyor. Bir tanesi yatağının altında döner bıçağı saklar, bir tanesinin mahalle de dövmediği adam kalmamış falan. İster istemez çekiniyorlar. Birbirimizle bakışmanın bir yere varamayacağını anlamış olmalıyız ki. Facebooktan ekleşiyoruz. Birkaç çekingen günün ardından mesaj atılıyor. Konuşma başlıyor falan. İçerik tamamen kuzenlerim. Ulan köpek bana ilan-ı aşk mı edeceksin, kuzenlerimden ne kadar çekindiğini mi anlatacaksın. Biraz kalıbının adamı ol ya. İki dayak yer oturursun en fazla ne olacak sanki. Bak yine sinirlendim neyse. 

Zamanla konuşmalarında bir sonu olmadı ben sıkıldım tabi artık. Aşkımında etkisi ilk günlerdeki gibi kalmadı. Aradan birkaç sene geçti biz yine konuşmaya başladık, denedik yine olmadı. İt gibi de çekinerek konuşuyorum tabi ben. Birisi duysa ölüp gidicez gencecik yaşta. 

En son geçen senelerde askere gitmişti bu. Ben de üniversiteli serpilen mahalle kızı rolündeyim tabi. Askerden geldikten sonra yine bir facebook mesajlaşması oldu aramızda. Konuşma aynen şöyle:

-Nasılsın?
+İyidir sağol sen nasılsın?
-Ben de iyiyim askerden geldim işte birkaç gün oldu.
+Hayırlı olsun. Bitirmişsin sonunda :)
-Evet, sen de baya bir değişmişsin. Bir şey söylemem lazım sana
+Dinliyorum
-Geçmişte olanları ikimizde biliyoruz. Ben seni tanıyorum, nasıl bir kız olduğunu da biliyorum. Tam olarak evlenmek istediğim kız sensin açıkçası. Bugün bana he de biz gelip yarın seni isteyelim. Boşver okulu falan da benim sana iyi bakabileceğimi biliyorsun. 
+Sağol güzel düşüncelerin içinde, ne ben okulu bırakırım ne de bugün sana he derim. Sevdiğim ve birlikte olduğum birisi var benim. Konuşmasak daha iyi olacak sanırım :)
.....

Konuşma birkaç ısrar mesajıyla daha ilerleyip son buldu. Facebook üzerinden nasıl evlilik teklif edilir arkadaş odun bir şekilde göstermiş oldu. Sen kalk senelerce düşündüğüm her gördüğümde yeniden platonik aşık olduğum adam benim ayağıma gel, evlenelim de. Hiçbir esprisi kalmadı ben elde edince ama. Sonra sevgilimle aramızı da bozmuş oldu bu şerefsiz. Eski sevgilimde facebook şifrem olmamasına rağmen o gün vahiy inmiş gibi benim hesabıma girmeye çalışmış ve girmiş de bütün mesajları okumuş falan. Hayır gerizekalı neyin tribini yapıyorsa, ben adam gibi sevgilim olduğunu onu ne kadar çok sevdiğimi falan anlattım orda. Neymiş ona neden anlatmamışım. Bir sabretse anlatacaktım ama işte...

Bu yaz duyduğuma göre evlenmiş. Güzel de bir kız evlendiği kişi de. Platonik aşklarım genelde benden hep büyük oldukları için bir çoğunun dünya evine girişini gördü bu gözler. Hepsinde de hep aynı burukluğu yaşadım. Ama nerden baksanız sadece birkaç dakika sürdü :D

Bu da böyle bir anımdı işte. Anlatmak istedim anlattım. 

Bu yazının canavarı da bu olsun

Her Şeyi Salla Ama Çayı Demle!

Son günlerde zat-ı şahane olan bir arkadaşım var. Aklımı bulandırmak da ben onun üstüne tanımıyorum. Ağzımdan girip burnumdan çıkıyor mübarek. Bir de öyle haklı cümleler kuruyor ki verecek bir cevap bulamıyorum. Hani her durumda her koşulda konuşup her şeye cevap verebilen ben o adama cevap veremiyorum. Çünkü söylediği her şeyde haklı. 

Bana aşıladığı şeyler iyi olsa bari :D hadi görüp geçirdikleri, yaşadıkları itibariyle her şeyden elini eteğini çekmiş; ellerini arkadan bağlayarak yürüyecek kadar emekliye ayrılmış durumda olması normal lakin ben henüz yirmili yaşlara yeni giriş yapmış, hayatının çok başında olan biri olarak onunla aynı kafayı yaşamam biraz saçma oluyor. 

Sürekli aşkın ne kadar saçma ve gereksiz olduğundan bahsedip, erkeklerin mutlaka ama mutlaka her kadını bir kez de olsa aldatacağını anlatıyor. Ben bir erkeğim benden iyi bilemezsin herhalde dediğinde kalıyorum böyle. Etrafında hiç iyi ve güzel giden bir evlilik olmamasının da bunda payı var ancak şu an hala devam eden şeyin bitmeyeceğinin de bir garantisi yok diyerek beni yine böyle aptal gibi bırakıyor. 

Çok düşündüm bunu. Haklı olduğuna kanaat getirdim. Zaten oldukça umursamaz, ot gibi yaşadığım bir hayatın içerisinde buna tutunmak iyi de geldi sanırım. Çabalıyorum, uğraşıp didiniyorum birilerinin kalbini kazanmak, mutlu etmek için. Eee sonra? Hepsi gidiyor teker teker. Beni yanıltan birini daha görmedim bugüne kadar. Yaşımın vermiş olduğu enerji ve hayata bakış açısıyla da ilgili olarak hiç pes etmemiştim. Her defasında bir yenisinde daha iyi ve daha mutlu olacağımı düşünmüştüm ama hiçbir zaman öyle olmadı. Hayal kırıklıklarımın olduğu denize bir yenisini daha ekledim her geçen gün. Şimdilerde tam olarak onunla aynı kafayı yaşıyorum. Beni nerelere sürükler neler yaşamama sebep olur bilemiyorum bunu zaman gösterecek.

O zaman her şeyi salla ama çayı demle de içelim ya

En Acısı Ölmüyor Da İnsan

Bir süredir buralarda yoktum. Bloğuma göz atanların da bildiği gibi depresyon halleri beni çok bozdu. Neyse ki artık daha iyiyim. İyiden kastım ne şimdi size onu da anlatayım. Bir sürü boktan şey yaşadım. Bir çok insanın belki de kolay kolay kaldıramayacağı şeyler (burada abartmıyorum inanın) sonra dedim ki "Eee şimdi nolucak? Ne yaptığını bilmeden sağa sola savrulmaya devam mı edeceksin yani? Sana yakışmayan hareketleri sürdürmeye devam mı?".

Sonra baktım ağlayamıyorum da. Anasını satayım insan nasıl ağlayamaz ya. Canım yanıyor, böyle içerde organlarım büzüşüyor acıdan. Ben de bir damla gözyaşı yok. Bir gün kendi kendimi zorla ağlatmaya çalıştım. Oturup başıma gelen bütün kötü şeyleri düşündüm, en depresif müzikleri dinledim, yalnız kaldım... Sonra bilin bakalım noldu? Sıkıldım ulan nolucak. O ruh halleri bana çok gelmiyormuş hemen kaçtım o ortamlardan, kapattım müziği falan da gittim muhabbete düştüm. Topladım tüm arkadaşlarımı da etrafıma ohh mis bastım kahkahayı. O enerji bir şekilde atılacak. Millet de sanıyor ki bana hiç koymadı, Seda bu işleri çabucak atladı, vay be Seda'ya bakın siz... Abartmadan bir örnek vermek gerekirse " Ulan başıma bu bu da geldi ahahahaha hayat işte be, ee sen neler yapıyorsun? ahahahah öyle mi?..."

Günler günleri kovaladı falan derken. Kaldıramayacağım kadar ağır başka şeylerde gördüm, öğrendim vs. Onlara da gülüp geçtim. Gülüp geçmek de bence bir sanat ama. Hafife almayalım lütfen. Şimdilerde daha iyiyim. Hayatımda yeni arkadaşlarım da var artık, bana iyi gelen. Akışına bıraktık be. Öldürmeyen Allah öldürmüyor neticede.

Bengü ne diyordu bir şarkısında;

Hep başımı alıp gittiğimden ziyan sevdalarım
Söylemem ben acılarımı hep içime içime anlatırım
En acısı ölmüyor da insan
Ben bunu da atlatırım

Bu da kamu spotu olsun size.