8 Ekim 2016 Cumartesi

Kim Bu Birileri?

Birilerine çok kızgınım
Birilerine küskün
Birileri çok canımı yaktı
Birileri beni çok yarım bıraktı
Birileri beni en olmadık yerlerimden kırdı
Birileri beni en olmadık anlarda mutlu etti
Birileri hiç gelmedi
Birileri gitmemesi gerektiği halde kalkıp uzak yerlere gitti
Birileri beni büyük uçurumlardan aşağı itti
Birileri bana el uzatırmış gibi yaptı
Birileri sahiden el uzattı da ben hiç göremedim
Birileri beni çok sevdi
Birilerini ben çok sevdim
Birilerini çok özledim
Birilerini hiç unutamadım

Ben hiç vazgeçilmez olmadım
Kimse için ve kimsenin hayatında
Ben hep ilk gözden çıkarılandım

Sonra birileri gelip bana sahip çıkarmış gibi yaptı
Ben buna da alıştım
Ben zaten her şeye çok çabuk alışırdım
Kimse bunu göremedi
Ben kimseye inanmam derken bile inanacak birilerini arardım
Ben hayatta hep bir şeyleri başarmak istedim
Bu hayatta hep biri için bir şeyleri becerebilmek istedim
O yanımda olmadı
Ben beceremedim
Sonra herkes
S'Onsuz bir yalnızlığın içinde nasıl kaybolunur
Tüm dünyaya bunu gösterdi
Ben de oturup en önden izledim

Bazen insanları tanıdığımızı sanıyoruz yahut onlar bizi tanıdığını sanıyor
Her şey birileri zora gelene kadar
Yolun başındayken herkes iyidir
Herkes güzel ve melektir

Sen yoksun
Sen yokken ben de tam olamıyorum hiçbir zaman
Hep bir yanım eksik kalıyor
Üstelik bu durumu kimse de görmüyor
Ben bu durumu kimseye izah edemiyorum
Sana seslenemiyor olmak
Sana dokunup sarılamayacak olmak
Bir daha göremeyecek olmak seni
Varlığını hissedemeyecek olmak
Ben bundan daha büyük bir ceza bilmiyorum
Başkalarından öğreniyorum seni
Bunun ne demek olduğunu bir bilsen
Seninle birlikte paylaşabileceğimiz tüm o anıları başkaları yaşarken
Ben oturup bir köşeden sessiz sessiz izliyorum
Elimden başka hiçbir şey gelmiyor
Hala bir haber bekliyorum senden
Belki bir gün bir yerlerden çıkar gelirsin sanıyorum
Hala bekliyorum inanabiliyor musun
Ama kimse gelmiyor
NE KOMİK
Kimse hala elimden tutmuyor
Bu yalnızlık geçmiyor
Yemin ederim geçmiyor
Her Allah'ın günü kaburgalarım kırılırmışçasına acıyan yerim dinmiyor

12 Mayıs 2016 Perşembe

Çay Önemli

Bak nolur gel artık anlatamıyorum bu insanlara
Seni neden unutamadığımı
Neden unutmamam gerektiğini anlatamıyorum
Sen gel, sen gelirsen zaten her şey kolay
Birlikte anlatalım
Rica ediyorum

Şimdi bu insanlar nereden bilsin

Benim ilk aşık olduğum adamın sen olduğunu
Senden önce koşulsuz şartsız sevdiğim adama ilk seni anlattığımı
Bütün hayallerimi seninle kurduğumu
Evlilik fikrine bile seninle sıcak baktığımı
Sen olmadıktan sonra hayallerimin bir öneminin kalmadığını
İlk defa birinin bana abilik yaptığını
Hayatımdaki dolmaz boşlukları az da olsa senin doldurduğunu
Sesini duyduğum an rahatlayıp, huzur dolduğumu
Ulan çocuklarıma vereceğim isme bile seninle karar verdiğimi
Bundan sonra yapacağım her şeyin ilk değil ikinci olacağını
Sen olmadıktan sonra yanıma kimseyi yakıştıramadığımı
Seninle anlam bulan her şeyin sensiz anlamsız olduğunu
Kendimi hiç olmadığım kadar aciz ve güçsüz hissettiğimi
Ulan nerden bilsin bu insanlar seni bunca çok sevdiğimi

Her gece gözümü sana kapatıp

Sabahında sana açtığımı
Unutmayayım,
Her an yaşasın diye tüm anılarımızı bulduğum herkese anlattığımı
Unutmak istesem de unutamadığımı
Sana dair her şeyi dün gibi hatırladığımı 
Ben şimdi bu insanlara tek başına nasıl anlatayım
Şimdi bu insanlar seni hiç tanımadan beni nasıl anlasınlar

Gel artık be
İki gözüm seneler geçiyor diyen Sezen Abla doğru diyor
Çünkü senelerimiz geçiyor iki gözüm
Ayrı yerlerde, birbirimizden uzakta bir ömür böyle geçip gidiyor
Yalnızken her şey daha zor 
Gel çiftleyelim ne varsa
Sen yokken çaya bile şekeri iki tane atamıyorum
Can özüm
Mevzu çayı şekersiz, bu hayatı sensiz geçiremiyor oluşum
Ben özlemedim, çay şekersiz kaldı


7 Mart 2016 Pazartesi

Kendimle Hesaplaşma'm

Mutlu değilim. Ne yaparsam yapayım mutlu olamayacakmışım gibi hissediyorum. Tüm hayallerimden bir çırpıda vazgeçebilirim. Şu anda dünya üzerinde bulunmak istediğim tek bir yer yok. Kıçımı koyduğum şu koltuk da buna dahil. Nereye gideceğimi, kime gideceğimi, kime ne anlatacağımı, bu durumu nasıl çözeceğimi bilmiyorum. Sorun da bu ya zaten çözemediğim her sorundan korkuyorum. Korktuğum her şeyden kaçıyorum. Kaçtığım her şey bir gün gelip en olmadık yerlerimde patlıyor. 

Sıkıldım. Dağıldım. Kırıldım. Kırılmışlığımı bir türlü atamıyorum. Tüm insanlara olan bu kırgınlığımdan daha çok kendime kızgınım. Eski sevgilime çok kırgınım. Evet evet sen. Senin yüzünden birçok şey. Her şeyim yapmamalıydım seni, haklısın. Seni kaybettiğim için bu kadar yanmamalıydım. İlk aşık olduğum adam sen olmamalıydın. Bunu hak etmedim. Yemin ederim hak etmedim. Hayatım: "Ama ben şimdi bunu hak etmedim, neden böyle oldu ki?" demekle geçiyor. Bunu engelleyemiyorum. 

Kendimden nefret ediyorum. Kendimi bunca seven ben şimdi tahammül bile edemiyorum. Kendimi sevemezken başka kimseyi de sevemiyorum. İçimde bir şeyler paramparça bulup toplayamıyorum. Kimseye anlatamıyorum. Çünkü daha kendime itiraf edemiyorum.

Google'da son arama listelerim:
Depresyonda mıyım?
Neden mutlu değilim?
Depresyon belirtileri?
Psikolog adresleri?
En iyi intihar yöntemleri?
....

Beni bu duruma sürükleyen her şeyden nefret ediyorum. Başa çıkamadığım herkesten ve her sorundan nefret ediyorum. Her zaman güçlü gibi durmak zorunda olmaktan da nefret ediyorum. Yüzüme bakan her insana ben güçlü değilim diye avaz avaz bağırmak istiyorum. Bu yaptıkların sana yakışmıyor, kendine gel diyen her insana siktir git demek istiyorum. Şu kafamın içinden geçenleri bir bilsen beş dakika dayanamazdın demek istiyorum. Çünkü benim sorunum fizyolojik değil, psikolojik ve çözemiyorum. Benden daha kötü durumda olanlara bu kez şükredip yerime oturmak istemiyorum. Çünkü dayanamıyorum. Allah belamı versin ki şu kaburgalarımı kırarmışcasına acıyan yerime artık dayanamıyorum.

Bulduğum her omuzda ağlamak istiyorum. Hatta en olmadık yerlerde ağlıyorum. İzlediğim her dizi ya da filmin sonu beni gözyaşlarına boğuyor. Çok mu duygusalım? Hayır. Diziye mi üzüldüm? Hayır. Ağlamak için aradığım o yeri buluyorum sadece. Sadece o zaman insanlar bana neden ağlıyorsun diye sormuyorlar. Duygulandım sanıyorlar.

Daha bugün mutfakta su içmek isterken tezgahın önünde hüngür hüngür ağlamaya başladım. Bağıra bağıra. Kendime inanamıyorum ağlarken. Neden böyle oldu ki şimdi hiçbir sorun yok diyorum ama ağlamamı kesemiyorum. Ve tüm o çığlıkların arasında ağzımdan tek bir cümle çıkıyor; ben neyi yanlış yaptım? 


Ayağa kalktığım anda elimde bıçak olduğunu görüyorum. Sonra bunu şimdi neden elime aldım ki ben diyorum. Cevap yok. Bıçağa bakıp daha çok ağlıyorum. Şu lanet olası canıma kıyamıyor olmak da beni kahrediyor. Bu noktaya bu kadar çok yaklaşmış olmak da. Kendimden korkuyorum, yemin ederim kendimden çok korkuyorum. Çünkü artık bu bedeni de bu zihni de kontrol edemiyorum. 

Yaptığım her hareketi on kere sorguluyorum. Sonra aynada gördüğüm o yüze tükürmek istiyorum. Nereden başlasam düzelmeyecek, nereden başlasam temize çıkmayacak bu hayat. Akan rimelime bakıp acizliğime daha çok ağlıyorum.

Hiç ama hiç değerli hissetmiyorum. Kimsenin beni sevdiğine, bana değer verdiğine inanmıyorum. Buna daha çok üzülüyorum. Yalnızlıktan it gibi korkuyorum ama yalnızım. Sürekli gülüyorum. Girdiğim her ortamda hiçbir şey yokmuş gibi davranıyorum. Bu beni inanılmaz yoruyor. Aslında çok şey var gösteremiyorum. Beş dakika önce ağlama krizi geçirip beş dakika sonra hiçbir şey olmamış gibi sokağa çıkıp, gülüp eğleniyorum. Bu ikiyüzlülüğe artık daha fazla tahammül edemiyorum.

Kendime tahammül edemiyorum.
Korkuyorum.
Yemin ederim çok korkuyorum.
Ve ne yapmam gerektiğini bilmiyorum.

6 Mart 2016 Pazar

Buralar Önceden Hep Ali Baba'nın Çiftliğiydi

Bugün de size evcil hayvanlarımdan bahsedeceğim. Gerçekten çok hayvansever bir insan olduğumu bu yazımdan sonra siz de çok iyi anlayacaksınız.

Korkmayın bu kez kandırmıyorum gerçekten hayvansever biriyim :D

Maceram bir köpeğimin olmasıyla başladı. O zamanlar biz müstakil bir evde oturuyoruz tabi bağ bahçe bol. Evin de tek çocuğu benim dedim bu böyle olmaz bana bir arkadaş bulalım. Ağladım zırladım annem bana mısın demedi. Almadılar bana bir köpek. Mahallenin bütün çocuklarıyla Kur'an kursuna gidiyoruz o zaman. Yine bir gün çıktım evden bir baktım az ileride ayağımın altında dolanan ufacık bir yavru. Bayıldım ona orda ama korkuyorum da bir yandan alamıyorum kucağıma. Eteğimi sallaya sallaya peşimden getirdim onu. Girdik kursa fakat aklım hala köpekte, çıkınca bulurum inşallah diye dua ede ede akşamı ettim. Çok uhrevi bir ortamdayız sonuçta kabul olmuş benim dualar demek ki çıktığımda köpek yine aynı yerdeydi. Aynı şekilde eteğimi sallaya sallaya getirmeye çalıştım bunu eve, baktım bir yerden sonra yoruldu gelemiyor. Yanımda benden daha küçük ama hayvanlar konusunda daha cesaretli olan bir ufaklık vardı dedim al şunu kucağına da hadi bize götürelim. Hayvanı kaptığı gibi gelmeye başladı benimle.

                                                          Tanıştırayım Boncuk :)


Geldik bizim evin önüne annem de babam da bahçede. Hayvanı sokamıyorum içeriye annem görse ikimizi birden kovalayacak biliyorum. Arka bahçeden girdim direk babamın yanına. Annemden önce babama gösterirsem eğer bunu kabul ettiririm diye düşündüm. Öyle de oldu. Babam köpeği görür görmez çok sevdi. Kangal kırmasıymış cinsi ben tabi anlamıyorum hiç, bana dört ayaklı olsun iki kuyruk sallasın yeter. Hadi git buna süt getir de içirelim karnı acıkmıştır dedi. Evden nasıl çıktım, nasıl sütçü teyzeye gidiyorum, nasıl heyecanlıyım sormayın. Sanırsınız dünyayı kurtaracak görevi bana vermişler. Anne ben süper kahraman oldum diye dolanıyorum ortada. Aldım getirdim sütü, hafif de ılıttım bir güzel, ki kendim için bu kadar uğraşmam. Annem fark etti bir hareketlilik var. Kopardı kıyameti götürün bunu istemiyorum, kim bakacak buna derken babamla biz savunmaya geçtik tabi. Köpek bizde kalacak karar verildi. Oynadık, eğlendik, yuvasını hazırladık, karnını doyurduk, ismi ne olsun tartışması yaşadık o günü bitirdik. İsmini babam Garip koymak istedi ben Boncuk. Hayvan o an bana isyan etmiştir biliyorum. Boncuk ne lan koskoca kangala. Neyse. Aradan birkaç gün geçti bir sabah bir uyandım Boncuk yok. İsyan çıkardım evde. Her yere bakıyorum hayvanı bulamıyorum sonra dış kapıdan birkaç tıkırtı duydum. Annem almış hayvanı kapının önüne koymuş oradan gider diye. Hayvan akıllı tabi karnı doyan evden gider mi gitmemiş. Sesini duydum aldım hemen içeri. Birkaç haftamız annemle kovalamacalı geçti böyle en sonunda o da kabullendi. Şımarık bir köpekti benimkisi herkese gider kuyruk sallar oynamaya çalışırdı annem de yelkenleri suya indirdi bir süre sonra yani.

Gel zaman git zaman 1.5 sene geçirdik biz boncukla. Tüm arkadaşlarıma da yol verdim. Boncukla gezebiliyorum, ip atlayabiliyorum, futbol maçı yapabiliyorum, kovalamaca oynayabiliyorum, beni okula bırakıp geriye tıpış tıpış dönüyor, geceleri yanına oturup ağlıyorum, birlikte bahçede banyo yapıyoruz, daha neler neler. Beni o kadar iyi anlardı ki başka kimseye ihtiyacım yok gibi hissederdim. Birlikte 2 cenaze atlattık boncukla. Sabahlara kadar ona sarılıp ağladım, hiçbir arkadaşımla bunu yapamazken. İkimizin de çok sevdiği birini kaybetmiştik, biliyordu ne olduğunu o da anlıyordu. Sesi çıkmadan günlerce öyle oturmuştu. Hatta bir ara gözünde yaş aktığını bile görmüştüm. Tüm o kalabalıklar arasında insan sadece bir köpeğin yanında mı yalnız hissetmez kendini. Gerçekten öyle olmuştu. Şimdi gel de bana insanları hayvanlardan daha çok sev de. Sevmem.

Günlerimiz böyle devam ederken bir gün dedem köpeği sal da biraz gezsin gece, sabah nasılsa gelir o bir yere gitmez diyerek beni tembihledi. Normalde bunu asla yapmam bir yere gidilecekse birlikte gideriz lakin aklıma da yatmıyor değil. Mahalle küçük, hayvan senelerdir benimle illa ki gelirdi. Saldım bunu. Yattık uyuduk. Hayatım boyunca bu yaptığım şey yüzünden kendimi hiç affedemeyeceğimi ben nereden bileyim? 12 yaşında oluşumu da hesaba katalım lütfen. Sabah annem bir çığlıkla yanıma koştu. Gözümü açtığım an ne olduğunu anlayamadım, bahçeye çıktım, Boncuk'un kulübesine gittim. orada öylece yatıyordu. Sesi çıkmadan, hareket etmeden, gözleri kapalı bir şekilde yatıyordu. Anne ölmemiştir dimi hadi kalksın dedim, koskoca hayvanı tutup sarstım, sarıldım, ağladım ama nafile. Ölmüştü. Gece mahallede karşı komşumuzun döktüğü zehirli yemeklerden yemiş. Ulan pezevenk, ulan haysiyetsiz, iki üç tane tavuğunu köpekler kovalıyor diye mahalleye kafana göre zehir dökmek ne demek? Bir hışımla evden fırlayıp bunların bahçesine gittim. Elime geçen taşı fırlatıyorum. Annem tutmaya çalışıyor, dedem bağırıyor ama kafaya koydum o camı pencereyi indiricem aşağı. En son çıktı birileri, tartıştık kavga ettik blablabla. Aldılar eve götürdüler beni. 12 yaşında zaptedilmek çok kolay oluyor. Haktan hukuktan da çok anlamıyorum o sıralar ama seni polise şikayet edicem niye nara atmayı da ihmal etmiyorum. Velhasıl, ufak bir cenaze töreniyle en yakın arkadaşımı toprağa vermiş oldum. O yaşlarda beni en çok etkileyen şeylerden birisi de budur.

Boncuk benimle birlikteyken ben aynı zamanda bir keçi, bir kedi, bir akvaryum balığı, birkaç tavuk, birkaç civciv, bir kaplumbağa, bir kuş ve bahçede olan küçük havuzumuzda "yemek için" 80 tane balık besliyordum. Buralar önceden hep benim çiftliğimdi sizin haberiniz yok. Kim daha hayvansever tartışmayalım isterseniz. 


Şimdi hepsinin başına gelenleri kısaca özetleyeyim. O 80 tane balığın bazısı büyüdü bazısı öldü, büyüyenler yenildi, ölenlere rahmet dilendi ve konu kapandı. Kısacası yaşandı bitti saygısızca. 

                                         Ben balık olsam kesin böyle olurdum asdfghjf


Keçimi babam kurbanda kesmek için 6 ay önceden almıştı. Onunla arkadaşlık kurmak sanırım bile bile ateşe atlamak olmuştu benim için. Bir de  öyle hayallerim var ki keçiye isim vermek için saatlerce düşündüm, sonra Aliş olsun dedim. Nasılsa babam her sene bir tane alır bende alfabedeki her harfe göre bir isim veririm dedim. Kafa zehir tabi o zamanlar. Sonra çok alıştım ben ona, bahçede sürekli koşup oynuyoruz, hayvana ellerimle ot topluyorum, mandalina soyup yediriyorum baya iyiyiz yani. Lakin kurban sabahı gelip çatınca beni bir şey almak için evden gönderdiler. Geriye dönüp geldiğimde bir baktım, Alişi kesmişler derisini yüzmek için de ağaca asmışlar. Hayır yani ne manaaa? 10 yaşındayım lan o zaman. Psikolojimi düşünsenize arkadaşımı kesmişler, yiyecekler. Ben o gün bugündür bu yüzden kurban eti yemem işte. Bak yine dertlendim.

      Aramızdaki ilişki assafdf
                 Onun hayata bakış açısı


Köpeğim, kedimi, kedim balığımı yemeye çalışırdı. Aralarındaki dengeyi kurmak benim için her zaman çok zor olmuştur :D Sonuç olarak taşınıyoruz diye balığımı yan komşumuzun kızına verdim. Balığımı ellere yar etmek beni bir miktar örseledi tabi. Aynı şekilde kedimi de sokakta bulmama rağmen o kadar akıllıydı ki, hayvanı nereye götürürsen götür dönüp geldiği yer bizim ev oluyordu. Dur deyince duran, laftan sözden anlayan bir kediydi vesselam. Onu da bir akrabamıza verdik. Çok istemişti. Açıkçası benden daha iyi baktığını söyleyebilirim. Adı da Pırtık'tı. Bizim bahçede çok hayvan olunca kendini çok belli edememişti ama gittiği yerde evin kralı o olmuş. Ben öyle duydum :D

                                                             Benim kedim temsili...





                                                    Aralarındaki ilişki hiç böyle olmadı 

Tavukları da bir süre sonra komşulara dağıttık. Taşınma olayı çiftlik mevzusunu baya bozmuştu. Bazı cani tavuklarım da kendi yavrularını ezerek öldürmüştü. İnsan yavrusunu nasıl ezer Allah aşkına ya. Hepsi bir garip bunların. Kuşum da yalnızlıktan öldü. Ben de onun gibi olacağımı düşünmüyor değilim. Ona da ufak çaplı bir cenaze töreni düzenledik tabiki. Ne kadar çok hayvan kaybetmişim bir de onların arkasından oturup ne kadar çok ağlamıştım ya. Çocukluk işte.

Son olarak kaplumbağamı da anlatıp bu yazıyı burada sonlandıracağım. Onunla maceramız sadece üç gün sürdü. Bizim bahçede buldum böyle orta boylarda tın tın yürürken. Hemen aldım ben bunu da beslicem diye. İlk gece "üşür bu üşür" diye kalktım ona dört tarafı sopalı üstü örtülü bir ev yaptım. Ya salak mısın kaplumbağa o evini sırtında taşıyor zaten ne üşümesi... Ama yok o kadar vicdanlıyım ki sormayın gitsin. Bir de hayvan sıkılıp ordan çıkmak istiyor küçücük bir yer çünkü, o her çıktığında ben tutup tekrar aynı yere koyuyorum bunu. Ertesi gün temizlensin bu ya yıkayalım bunu, diyerek hayvanı su dolu bir kabın içine soktum. Ben sanıyorum ki her kaplumbağa yüzer. Baktım hayvan zorlu dakikalar yaşıyor :D hemen çıkardım ıslak mendille temizlemeye devam ettim bu defa. Bu da bitince kendi haline bıraktım onu. Akşama doğru bir baktım hayvan bizim bahçe kapısının oralarda. "Gel bakayım sen buraya evden mi kaçacaksın cıkcıkcık!" diyerek aldım bahçenin bir ucuna geri götürdüm. Kesin çok sövdü bana. Bir uçtan bir uca kim bilir kaç saatte gitmişti :D
Ertesi gün bizim çakal kaplumbağa daha erken yola çıkmış ve benim okul saatlerime denk getirmiş olacak ki eve döndüğümde nereye baktıysam onu bulamadım. Oturdum bir de ona ağladım. Anneeeea kaplumbağam evden kaçmııııışşşşş.

Bunca şeyden sonra ben de benden kaçardım. Helal sana koca yürekli kaplumbağa :D


2 Şubat 2016 Salı

Zamansız Gelen Çiş

Her şey midemdeki sıvının artık orada kalamayacak kadar çoğalması ve mesaneme doğru ilerlemesiyle başladı. DUR diyordum! Durmuyordu. Gelmeye devam ediyordu. Odaklanmakta zorlanıyordum artık. Ve o sıvının bedenimi terk etmesine daha çoook vardı. 

Şimdi siz bu paragrafı okurken bu neden bahsedecek diye düşünürken ben size başlayamayan bir aşktan söz etmeye başladım bile. Farkında değilsiniz.

Bildiğiniz üzre okullar açılıyor. Ben de anamın evinden kendi evime gitmek için evden çıkmış, artık ana ocağımı terk etmiştim. Velhasıl, biletimi telefonla ayırttım. Otobüs kalkmadan bir saat öncede satın aldım. Ancak bana telefonda söylenen koltuk numarasıyla, aldığım biletteki koltuk numarası bir değildi. Önce bir karışıklık olmasın diye şüphelenirken adam; bu telefon numarası sizin mi dediğinde onaylayarak içimdeki tüm şüpheleri sona erdirmiştim. Herhalde telefondaki adam bana söylediğinden farklı bir koltuğu boş görünce onu yazdı, bilet alırken de bunu öğrenebileceğimi düşündü diyerek uzatmadım. Otogarda tekrar görevli birilerine olayı anlatıp bir sorun olur mu diye sordum. Hiçbir sorun olmadığını söylediler ben de otobüse bindim. Hareket ettikten 10 dakika sonra yanıma gelen muavin bir problem olduğunu oturduğum koltukta başka birinin oturması gerektiğini, yanımda oturan bayanın da tam olarak bu kişi olduğunu ancak o bayanın yerine de gelecek olan başka bir bayanın olduğunu söyledi. Belki şu an idrak etmek de zorlandınız ama aslında olay bu kadar karışık değil.  Gerizekalı adam bana başkasının koltuğunu satıyor boş görüp ama bileti elle dolduruyor. Sisteme işlemiyor. Ve sistemde o koltuk hala boş göründüğü için başkası da çoktan almış oluyor. Benim verdiğim parayı da kendi cebine atıyor bir güzel. YANİ BEN ORTADA KALDIM YİNE YENİ YENİDEN! 

Nasıl çözüleceğini bilmediğim bu sorun birkaç dakika daha sürüyor bense şaşkın gözlerle etrafıma bakmaya devam ediyorum. Otogarda sorunumu anlattığım o çocukta otobüste bizimle birlikte geliyor. Nedenini bilmesem de. Çocuk zaten o firmada çalışan biri ama o gün izinliyken o otobüsle keyfi seyahat etmesine pek anlam veremiyorum. Can sıkıntısı insana bunları da yaptırıyor herhalde deyip üzerinde durmuyorum. Sonra baktı ki muavin bu problemi çözemiyor, bizim yağuşuklu oğlan duruma el atmak üzere ayağa kalkıyor. Şans ki ben de en önde oturduğum ve bizim yağuşuklu da muavin koltuğu ile şoför koltuğu arasındaki boşlukta oturduğu için bakışma fırsatımız biraz fazla oluyor.

Muavinin çözemediği sorun benim yerimden kalkıp koltuğun asıl sahibinin kıçının rahat edeceği yeri ona vermem ve muavin koltuğunda seyahat etmeye başlamamla son buluyor. Ceza olarak bizim muavin de orta kapının ordaki boşlukta gidiyor. Birkaç zaman sonra sohbet etmek zorundaymışız gibi hissediyoruz. Hepimiz. Ben, şoför ve yağuşuklu oğlan. Böyle garip bir üçlü olduk ne biliyim. Şoför dışında ikimizde olmamamız gereken yerlerdeyiz. Bir de geveze şoförümüzün telefon konuşmalarına ve esprilerine maruz kalmasaydım iyiydi. Esprilerin ne kadar iğrenç olduğunu anlamanız için sadece muhabbete girmeye çalıştığı cümleyi örnek vereceğim: "Allah'tan benim yerim sabit kimse değiştiremiyor eheheh ya benim de yerim sabit olmasaydı ehehehe otobüs kendi mi gidecekti yani... ehehehehe......." 

Çocukla muhabbet edebileceğimiz tek aracı resmen şoför. O da konuşmasa mal mal birbirimizi yandan yandan kesmeye devam edecektik sadece. Şimdi ona teşekkür mü etsem yoksa bana yaşattığı işkenceden dolayı lanet mi etsem karar veremiyorum. Ben bu düşünceler içerisindeyken otobüs yol almaya devam ediyor tabi.

Muavin koltuğunda oturuyor olmanın mı yoksa yağuşuklu oğlanla şoförün sohbet ettiği kişi olmanın verdiği ayrıcalık mı bilemiyorum bana içtiğim bir kahvenin yanında ekstra bir tane daha ikram ediliyor. Geri kalan 45 kişiden bir farkım oluyor. Hepinizden fazla bir kahve içtim dercesine omuzlarımın dikleştiğini fark ediyorum. Hayatıma bir şey katmayıp aksine benden çok şey götüreceğinin henüz farkında olmayarak hem de...

Tam bir saat kırk beş dakika boyunca muavinin iğrenç esprilerini dinlemek zorunda kalıyorum. Koltuğumun başkasına satılmış olmasına sövüyorum. Kocaman bir camdan tüm yolu izliyor olmak beni biraz sakinleştiriyor. Bir de yağuşuklunun üzerimdeki ilgili gözleri... Velhasıl otogara varmak üzereyiz. İçtiğim kahveler ve sarsıntılı otobüs yolculuğu bir an önce tuvalete kavuşmak isteği doğuruyor bende. Kalan 15 dakikalık yol bana geçmek bilmiyor. O son dakikalarda olan hiçbir konuşmada ben ben değilim. Acilen fizyolojik ihtiyaçlarımdan birini gidermem lazım yoksa hayatımın en büyük rezilliğini yaşayacağım. Derken otobüs terminale giriş yapıyor. Şoförün gözünün içine öyle bir bakıyorum ki aç şu kapıyı artık inmem lazım der gibi. İniyoruz. Hemen bavulumu almaya koşuyorum. Alıp arkamı döndüğüm an bir de ne göreyim. Bizim yağuşuklu tam arkamda dikilip 32 diş bana sırıtıyor. Şimdi ne yapmam gerekiyor?
A)Sen de sırıt ve yoluna devam et
B)Sen de sırıt ve iyi günler de 
C)Sen de sırıt ve çekilsene ulan önümden acelem varasfda bu şakaydı...

Bu şıklardan ne kadar güleç bir insan olduğum dipnotunu düşmeden geçemeyeceğim.

Gülümsedim ve valizimi taşımaya çalıştım. Yanıma gelip yardım etmeye çalıştı. Teşekkür ederim ben hallederim dedim. "O halde biraz vaktiniz varsa bir şey söyleyebilir miyim?" dedi.
BANA DEDİ. BİRAZ DEDİ. VAKTİNİZ VARSA DEDİ. BİR ŞEY SÖYLİCEM DEDİ.
Aslında pek vaktim yok biraz acelem var dedim. 
Gerçekten çok uzun sürmeyecek dedi. 
Tatlım ben sana ömrümün geri kalan kısmını da ayırırım lakin boşaltım sistemimin bugün biraz fazla çalışacağı tuttu inan sınırlarını zorluyorsun. 
DİYEMEDİM YA LA.
Çok üzgünüm belki başka bir zaman diyerek oradan koşarak uzaklaştım. 
Terminalin planını çizen mimara burdan selamımı yolluyorum, tuvaleti Allahu Ekber dağına yapmışsın canım, kimse bulamasın diye mi? 
Yolunu bulana kadar çok fena sövdüm. 
Koşarken kendimi Usain Bolt gibi hissettim. Resmen etrafımdaki her şey ağır çekimde ilerledi. 

Sonuç olarak zafer çizgisine ulaştığım an, kendimi atomu parçalamış kadar önemli biri gibi hissettim. Nitekim, dakikalarca kendimi tutup çişimi ulaşması gereken asıl yere yetiştirmiştim.

Tuvaletten çıktığımda çocuğu bıraktığım yere geri döndüm lakin orada yoktu. Beni getiren otobüste kalkıp gitmişti zaten. Hayatım boyunca o çocuğun bana ne söyleyeceğini merak edicem şimdi. Aşkını mı ilan edecekti, bir şey mi soracaktı. Ne diyecekti lan bu çocuk bana. Normalde boşaltım sistemimi 3 saate kadar idare edebilme yeteneğim var ama o gün beceremedim. Bana kaderimin bir oyunu mu bu arkadaşlar ya?

Neyse sakinim.



24 Ocak 2016 Pazar

Bakkala Diye Çıkıp Sana Gelesim Var

"Mevzu gemi değil ben beklemeyi seviyorum."

Şu anki durumumu daha iyi özetleyecek bir söz olamazdı sanırım. Sezen Abla ne demiş aşka vurgunum ben...

Gönül isterdi ki her şey karşılıklı olsun, gönül isterdi ki sen de tanı bu kalbi, sen de sev. Lakin bu işler her zaman böyle olmuyor. Uzaktan uzağa izleyip, kokunu alıp dokunamayıp, bazen dokunup sahip olamayıp, bazen sadece isteyip bulamayıp, bazen bulup da ulaşamıyorum sana. Aramızdaki bu iki kişilik mesafeyi hiçbir zaman teke düşüremeyeceğim sanırım. İşte böyle durumlarda dönüp gidemiyorum. Gülüşün geliyor aklıma kitlenip kalıyorum. Bende olan etkisini hiç bilemediğin o gülüşün. Sadece bunun hatrına sevebilirdim seni, ki sevdim.

Nereye gideceğimi bilemediğim anlarda ayaklarım beni hep sana götürüyor. Sanki senden başka gidecek hiçbir yer bilmiyormuşum gibi. Sonra umutların nasıl kırıldığını bir kez daha öğreniyorum. Yüzüm düşer gibi oluyor, belli etmemek için çırpıyorum. Çünkü sorsan verecek cevabım yok. Daha doğrusu sana verecek cevabım yok. Senin yüzünden diyemem, bunlar hep beni sevmediğinden diyemem.

Seni kimselere anlatamıyor olmak da cehennemim. Kendi içimde yaşamak zorunda oluşum beni günden güne yiyip bitiriyor. Yolda gördüğüm herhangi birini bile çevirip; bak ben bu adamı çok seviyorum anlıyor musun demek istiyorum. Anlayamazsın çünkü gözlerimin içine baktığında kendi kalp atışlarımdan başka hiçbir şey duyamayışımı bilmiyorsun demek istiyorum. Sonra git artık, o nasıl sevdiğimi görmedi sende görme demek istiyorum. Yapamıyorum.

Böyle içim içime sığmıyor mesela, içim içimden taşıyor. Bunu nasıl görmezsin Allah aşkına. Bir insan böyle sevildiğini nasıl görmez. Hiç anlayamıyorum.